star.scream

 
Status do relacionamento: solteiro
Zodiac sign: Touro
Aniversário: 1983-05-15
registro: 14/02/2012
" Şikayet ettiğiniz yaşam, belki de başkasının hayalidir. Lev TOLSTOY "
Pontos30mais
Próximo nível: 
Pontos necessários: 170
Último jogo
Dados

Dados

Dados
2 anos 64 dias h

AŞK EĞER...

AŞK EĞER...

Eğer ;

O'nu
hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine
ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden
bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini
iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz
mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...

Sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince
yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup
somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,

 

ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...

 

dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...

 

hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe,
gökyüzü, yeryüzü, O'nun yüzü pembeyse; kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...

 

her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...

 

her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...

 

bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...

 

iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...

 

eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara
düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...

 

mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki
her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye
iç geçiriyorsanız...

 

kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan
silinmiyorsa bir türlü...

 

özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün
boyu...

 

hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...

 

O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme, vuslat sehere
denkse...

 

gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...


uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...

dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
nedensiz üşüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl
erdiremiyorsanız;

 

kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın
çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan
tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...

 

Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen
dönüyorsanız,

 

sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...

 

...o halde bugün sizin gününüz!..

 

"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

 

Can Dündar




ANI YAKALA...

ANI YAKALA...

Hayat şimdi mi, gelecek mi, yoksa geçmiş mi? Sizce hayat hangisi...  Anı yaşamak
ya da geçmiş ve gelecekte yaşamak…

Hayat geçmişteki hatalara takılıp onlarla bir
ömür sürmek vicdan azabı çekmek değildir. Tabi ki geçmişte yaşananlardan ders
almak gerekir. Asıl olan o hatalar çözümlenerek bir daha tekrarlanmamasıdır.
Yoksa yaptığımız hatalara takılıp, onlarla yaşamak değildir hayat
denilen süreç...  Sonuçta insan olan hata yapar, hatta yapmalıdır,
insan olmanın gereği olarak kaçamayacağımız bir gerçek olarak… Düşünsenize hiç
hata yapmadan nasıl yaşanır ki? Melek olmadığımıza göre... 

 

Bu yüzden hayatı hatalarıyla kabullenmeliyiz.
İnsan hatalarıyla da insan! Hayatta hata yaparak doğruları öğreniriz kimi zaman.
Yok, böyle olmaz diyor sanız, o zaman hayat değildir yaşananlar belki oyun olur
da çıkıp dünya sahnesinde oynanır. Hem de hilelerini öğrenerek oynanan bir
oyun... Ne kadar basit  ve berbat bir oyun olmaz mı sizce de? Geçmişteki yapılan
hatalar için yalvarmalar da değildir hayat! Sadece bir özür dileyerek çözmeli
hataları. Sonrasında bir ömür dövünmek bir hata için fazlası, insanın hayatını
mahvetmekten başka bir şey değil.

 

İnsanlar yaptıkları ve yaşadıkları şeylerden
sadece pişmanlık duymamalı, ders almasını ve çıkarımlar yapmasını da bilmeli…
Çünkü ‘Keşke’ ler insanı içten içe yiyen bir kurt gibidir. Yavaş yavaş
ama acı çektirerek hayatı mahveden bir kurt işte... Siz her işinizden önce bir
kere düşünün! Hatta olmadı derseniz iki  kere düşünün. Düşünün ki yanlış
yapmayın. Sonrasında keşke demeyin... "Çalışsaydım keşke, başarsaydım
keşke, söylemeseydim keşke" vs. Of, offf bu keşkeler hiç tükenmez ki. Tek tükenen
insan ömrü ve kayıp duygularımızdır. Hem de o kadar hızlı tükenir ki, ancak
tabutta fark edersiniz...

 

Hayatta geleceği planlayarak ben şu saatte
şunları söylemeliyim veya şurada olmalıyım gibi bir plan yapma imkânınız da
yoktur. Çünkü iki dakika sonrası için hayatın size ne gibi bir sürpriz
sunacağından habersizsinizdir. Zaten bilinseydi de hayat denilen gerçek
gizemli bir süreç olmaz, gayet tabi ve monoton gidişatıyla sıkıcı olmaz mıydı?
Aynı pille çalışan "Barby" bebekler gibi... Acıkınca mama, ağlayınca
kucak, oyun istediği zaman oyun... Bunlar mıdır yaşamak denilen bir ömür? 

 

Elbette ki,  geleceğimizi planlayacağız, bir
disipline tabi tutacağız. Ama bunu sağlayacağız derken hastalık haline getirerek
kuralcı bir tip olup çıkmayacağız ortaya. Neden mi? Çünkü hayatı kaçırmamızın
önlenemez baş sebeplerinden olur da ondan! Ben büyüyünce şu olacağım, sen
büyüyünce şu mesleği seçeceksin, benim kızım, benim oğlum… Tamam ol! Sana olma
diyebilecek bir güç yok. Hatta olman gereken şeyin gerçekleşmesi için de bol bol
çalış.  Fakat bir şeyi lütfen atlama! O da; kendin olarak anı yakala ve
bu gerçekler ışığında ve gönlünce yaşamaya çalış. 

 

Bakın işte bitkiler yaşıyor. Su akıyor, güneş
ise doğuyor ve batıyor. Öyleyse sende bir yaratılış mucizesi olduğunu
hiçbir zaman hatırından çıkarma! Kendi özelliklerini farkında ol ve onları en
üst limitine kadar kullan ve geliştir… Daha da önemlisi ise içinde
bulunduğunuz anı yaşarken bir başkasına odaklı değil, bizzat kendin için yaşa.

 

Senin şifren “Anı Yakala”
olmalı. Zira bu olmazsa sen de yoksun kusura bakma. Andan başkası belki
olmayacak ve dün geçmiş olacak, yarında henüz gelmemiş! Fakat anı yakalamış
durumdasın onu da kaçırırsan bir daha böyle anlar elinde
olamayabilir…

 

Unutma ki ömür çok kısa ve hızlı kayıyor,
insanın elinden ve geleceğinden. Onun için geçmişten ders alıp, geleceğimizi
planlayarak anı yaşamalıyız. Sırf hayat mort olsun diye!

 

Her gün içinde barındığınız zamanı eskitirken
“anı yakalayarak”  yaşayabilmeniz dileğiyle...

Selamlar...

 

yaşamadair.blog




YAŞAMA SEVİNCİ

YAŞAMA SEVİNCİ

Evet, insanın hayatta en çok ihtiyaç duyduğu şey. Yaşama sevinci! Her ne olursa olsun, ne kadar kötü olursa olsun, her düşüşten sonra kalkıp kavgaya devam etmeden önce bir şekilde düze çıkıp soluklanmak ve devam etmek asla pes etmeden...     Ve zevk almak; yaptığınız her ne ise, sonuna kadar, dibine kadar yapmayı arzulamak onu. Ve yaşanan anları değerlendirebilmek; zamanı boşa harcamadan kullanabilmek ama her şeyden önce adına hayat dediğimiz bu bir kerelik verilen hediyeyi doğru kullanmaya çalışmak. Ve yaşama sevincini kaybetmemek. Küsmemek, kıymet bilmek, takdir etmek, dinlemek, anlayış göstermek. Bazen en umulmadık anlarda çıkıveren küçük sürprizleri değerlendirebilmek.     Doğayı sevmek, denizi sevmek, insanları sevmek. Arkadaşların ve dostların kıymetini bilmek. Sizden sonra kalacak olan nesillere bu saydıklarımın hepsini ve daha fazlasını öğretmek. Yaşama sevincini çevrede görüp fark etmediğimiz, varlıklarına alıştığımız, kanıksadığımız güzelliklerle beslemeyi öğrenmek. En önemli şeylerden birisi de bu, çünkü çok narin bir hediye yaşama sevgisi; hemen yitip gidebiliyor, zayıflayıp rengi solmaya başladığında en sevdiğiniz işler bile zul geliyor; insanlar sıkıcı, sohbetler yavan, sevgiler tatsız-tuzsuz olmaya başlıyor. Üretemiyor insan, kar körlüğü gibi çöküveriyor tepkisizlik ve zamanla yerini düpedüz sevgisizliğe terk ediyor.     Sonrası çok kötü, ölüp gidiyor insan bir dikili ağacı olmadan; adını kimse bilmiyor, hatırlanacak hiç bir şey yapmamış, kendisini sevenler de göçüp gidince say ki hiç varolmamış. Bu nedenle sevdiklerine zaman ayırmalı insan. Yaşama sevincini bulaştırmalı onlara, en küçük fırsatı bile değerlendirmeli gülmek için. Ayrılıklar da önemli değil, sonsuz değiller çünkü; gün gelicek buluşacaklar. Ama yaşama sevinci en önemlisi.     Bir an için hayal edin. Dalış yapıyorsunuz; sonsuz maviliklerde... Yüzeye çıkma hazırlığı yaparken çıkıp geliveren bir deniz kaplumbağası düşünün. Resmen bir hediye oluyor;  ağırbaşlı, munis, meraklı gözlerle kendisini izleyen dalgıçları süzerek ve mesafeyi koruyarak kayalıkların arasında süzülüyor. Flaşı ayarla, kadrajı yap, deklanşöre bas, içine dolan yaşama sevincini doyasıya hisset!.. İyice hafızana kazı bu anı, tekrarı yok malesef ama her çektiğin fotoğraf karesi, her saniye video kaydı senin hırsızlayıp hazinene kattığın bir mücevher.   Bu sevinçler unutulmamalı...   Namaste... (Namaste=Selamlar)   yaşamasevinci.blog